TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda açılış konuşmasını gerçekleştirdi.
Turan konuşmasında “Türkiye enflasyonla mücadele konusunda, çok tecrübeli bir ülke. 2016 sonrası dönemde uyguladığımız hatalı politikalar sonucunda, enflasyon performansı kötüleşti. Bu olumsuz süreç, 2021 sonrası dönemde daha da hız kazandı. Son bir yıldır yeniden doğru para politikasına dönmüş olmamızı çok önemsiyoruz. Enflasyonu yıl sonunda %40’ın altına çekebilmeyi umuyoruz. Enflasyonu, arzu ettiğimiz noktalara düşürene kadar, kararlılıkla bu sürece devam etmeliyiz. ” ifadelerini kullandı.
Cari açık konusuna da dikkat çeken Turan “Bu sene bu oranın %2.5’lara kadar gerileme ihtimali umut veriyor. Yine de düşük cari açık rakamlarını sürdürebilmemiz için, yapısal değişimlere ihtiyacımız var. Fakat bunun ötesinde en önemli dış kırılganlıklarımızdan biri haline gelen zayıf Merkez Bankası Döviz rezervlerinin, son dönemde yeniden güçlü seviyelere geliyor olması, çok memnuniyet verici. Yılın geri kalanında da rezervlerdeki bu olumlu performansın devam edeceği inancındayız. 2001 yılında merkezi bütçe açığının GSYH’ya oranı %11.9 idi. 2005’te bu oranı %1’e indirdik. Bu, 2000’li yıllardaki ekonomik istikrar hikayemizin müthiş bir ayağını oluşturur. İzleyen yıllarda da olağanüstü koşullar haricinde %1’ler seviyesinde tutabildik. Bu sene OVP’ye göre %6.4 tahmin ediliyor. Maliye politikasında son dönemde attığımız ve atmayı planladığımız adımlarla, gerçekleşmenin, bunun çok daha altında olma ihtimali var. 2025 yılı hedefi ise %3.4” diye konuştu.
“10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün farklı bir tabloyu konuşurduk”
Turan “2013’te kişi başı milli gelir 12,582 dolardı. Sonra geriledi. Son 10 yılda fakirleştik. 2023 sonunda yeniden 13,000 dolar seviyesine geldik. Biliyoruz ki geride bıraktığımız 10 yılı kaybetmemiş olsaydık, bugün çok farklı bir tabloyu konuşabilirdik. Düşük enflasyon, bütçe disiplini, hiç sorunsuz finanse edilebilen bir cari açık ve stabil TL, çok daha yüksek kişi başı gelir anlamına gelecekti. Ne gelir dağılımı böylesine bozulmuş olacaktı, ne emeklinin satın alma gücü bu kadar düşmüş, ne de gençler geleceklerini yurtdışında arar hale gelmiş olacaktı. Vakit kaybettik. Vakit kaybetmenin bedeli ağır oldu. Şimdi ise yeniden doğru adımlar atmaya başladık. Kurumlarımızın bağımsızlığını korumanın, hukukun üstünlüğüne gölge düşürmemenin, yönetişim kalitemizin gerilemesine rıza göstermemenin, özgürlüklerden, çoğulculuktan ödün vermemenin ve genel kabul görmüş, veriyle doğrulanmış politikalardan uzaklaşmamanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bütün bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak bugün çok daha iyi bir yerde olmamız mümkündü” dedi.
Turan şu noktalara dikkat çekti:
“Enflasyonla mücadele uzun vadede işsizliğe yol açmaz; büyümeyi düşürmez. Türkiye örneği yeterlidir. Yüksek enflasyondan hiçbir ülke yarar görmedi. Yüksek enflasyon ekonomiyi de siyaseti de, toplumu da yorar, bozar; yozlaştırır. “
“İhracat artışı için TL’nin değer kaybetmesi gerekmez. Düşük verimlilikle, yüksek maliyetle yapılan üretimle rekabet gücü kazanılmaz. Dünya pazarlarında rağbet görmeyen ürünlerle ihracat artırılmaz. “
“Kayıt dışı ile mücadele etmek KOBİ’lerimizi zora sokmaz. Kayıt dışılık, finansmanı pahalı ve erişilemez hale getirir. Kayıt dışı çalışan bir firmanın modern teknolojilerden yararlanması, yetkin çalışanlar istihdam etmesi zordur. Kayıt dışı haksız rekabet yaratır, vergi tabanını daraltır, kayıtlı işletmeler üzerindeki vergi yükünü artırır. “
“Yerel bilgi ve tecrübeyi harekete geçirmek Türkiye’yi bölmez. Aşırı merkezi ve hiyerarşik bir yönetim anlayışı, iyi ve yenilikçi fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştırır. Milletin oyuyla seçilmesi gereken pozisyonlara atama yoluyla görevlendirme yapılması, ya da seçilmiş vekillerin Meclis’te yer almaması ile milli irade korunmaz.”
“İfade özgürlüğü siyaseti kaosa sürüklemez. Farklı fikirler ayrılık değil, zenginlik getirir. Türkiye demokratik rüştünü ispat etmiş bir ülkedir. Özellikle son iki seçimin sonuçlarını düşündüğümüzde, halkın siyasi ferasetinden şüphe etmek yersizdir. Sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi “Demokrasi asla ve asla sıfır toplamlı bir oyun değildir. Demokrasinin kazandığı yerde kaybeden olmaz. Sivil siyaseti güçlendiren her sonuç Türk siyaseti açısından eşsiz bir başarıdır.”
“Bilimsel bilgi ile ahlak ve değerler arasında bir karşıtlık yoktur. Bilimsel ve teknolojik ilerleme bilginin üzerine kuruludur. Bilginin öğrenilmesi değerleri zedelemez. Bilginin öğretilememesi çağın gerisine düşürür.”
Turan “Önümüzdeki yılları esas belirleyecek olan yeşil ve dijital dönüşüm konusunda da doğru adım atılmasını zorlaştıran tereddütler var.İklim değişikliği ile mücadele ve çevreye duyarlı bir ekonomik büyüme modeli Türkiye’nin rekabet gücünü azaltmaz. TÜSİAD olarak biz yeşil ve dijital dönüşümü iş dünyamız için bir risk ve maliyet kalemi olarak görmüyoruz. Tam tersine, Türkiye’nin rekabet gücünü koruyabilmesi için, bu politikaları benimsemesi gerekiyor. Çünkü birçok ülke kendi ekonomisini bu doğrultuda dönüştürüyor. Dijital dönüşüm Türkiye için bir lüks, uyulması neredeyse imkânsız bir fantezi değildir. Her teknoloji devriminde olduğu gibi, teknolojiye ayak uyduramayanlar silinir gider. Bu bireyler için de, firmalar için de, ülkeler için de geçerlidir. Türkiye’nin dijital dönüşümü kaçırma lüksü yoktur” şeklinde konuştu.
Enflasyonla mücadele sürecini desteklediklerini belirten Turan “Bu konudaki çalışmaların, doğru yönde atılmış önemli adımlar olduğunu düşünüyoruz. Para politikasının mali disiplin ile de desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede geçtiğimiz günlerde açıklanan “Kamuda tasarruf ve verimlilik paketi”ni kamu harcamalarının denetlenmesi ve kısıtlanması doğrultusunda atılmış bir adım olarak görüyoruz. Bu adımın önümüzdeki dönemde kamu ihale reformu, vergide adalet ve etkinlik, kayıt dışılıkla mücadele gibi alanlardaki çalışmalarla desteklenmesini bekliyoruz.
Enflasyonla mücadelenin başarılı olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinde bu konuda bir mutabakat olması gerekiyor. Bu süreç reel kesim üzerinde de maliyetler oluşturacaktır. İş dünyası da Türkiye ekonomisinin bir süredir devam eden sorunlarını çözmesi ve daha dengeli, sürdürülebilir bir büyüme patikasına girmesi için, oluşacak maliyetin kendi üzerine düşen kısmını üstlenmelidir.
Bu noktada kuruluşundan bu yana TÜSİAD’ın ülke çıkarlarını, hep en öne koymuş olduğunu hatırlatmak isterim. Biz, enflasyonla mücadelenin yükünü üstlenmeyelim; başkaları üstlensin demeyiz.
Bu çerçevede, gündemdeki vergi düzenlemeleri vergi yükünün mali güce göre adil şekilde dağıtıldığı ve hukuka güvenin korunduğu etkin bir vergi sistemine ulaşma amacına hizmet etmelidir. Bunun için düzenlemelerin vergi tabanını genişletmeyi hedeflemesini, adil, öngörülebilir ve uluslararası standartlara uygun olmasını gerekli görüyoruz. Ayrıca düzenlemelerin istişare ile, ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş ve değerlendirilmeleri alınarak hazırlanmasının, son derece önemli olduğuna inanıyoruz.
Bu alanlarda kapsamlı adımlar atılmaksızın, sadece vergi yükünün önemli bir kısmını yüklenen “kayıtlı mükellef grubu” üzerindeki vergi yükünü daha da arttıracak düzenlemelerle yetinilmesinin, bu sürecin başarısını gölgeleyeceğini düşünüyoruz. Vergi düzenlemelerinin amaçlarına ulaşması için kayıt dışı ile mücadelenin sıkılaştırılması gerektiğine inanıyoruz.
Makroekonomik istikrarın ve öngörülebilirliğin sağlanması ve enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi için, diğer reform alanlarında da, adım atılması gerekiyor.
Bu çerçevede; hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla etkin işlemesinin sağlanması, düzenleyici kurumların özerkliği, çoğulcu demokrasi, ifade özgürlüğü, eğitim reformu, toplumsal cinsiyet eşitliği, teknoloji ve yenilikçilik gibi başlıklarla güçlendirilmesini önemsiyoruz. Çünkü, kalkınma, ekonomik yapıdaki dönüşüm, bireysel ve bölgesel gelir adaletinin iyileştirilmesi, salt ekonomi politikalarının dışına taşan bir çerçeve gerektiriyor” açıklamalarında bulundu.
Eğitimin, TÜSİAD’ın kuruluşundan bu yana en çok üzerinde durduğu alanlardan birisi olduğuna dikkat çeken Turan “Eğitimin önemini 50 yıldan beri vurgulayan bir kuruluş olarak, müfredatta yakın zamanında yapılmış olan değişiklik hepimizin dikkatini çekti. Cumhuriyet değerlerine, bilimselliğe ve çağdaş eğitim normlarına uygunluk konusundaki eleştiriler giderilmeden uygulamaya alınacak bir müfredatın, çocuklarımızın geleceğine ve kalkınma hedeflerimize katkı sağlamayacağına inanıyoruz.
Unutmayalım ki ülkemizin rekabet gücü ve refah düzeyinin artmasının arkasında şüphesiz insan kaynaklarınızın sanayileşmeye, sürdürülebilir kalkınmaya ve büyümeye elverişli olarak yetişmeleri zorunluluğu var. İnsanınızı rakip ülkelerden daha iyi eğitmez iseniz, gençlerinize ve ailelerine umutlu bir gelecek sağlayamazsınız, dışa açık piyasa ekonomisinin nimetlerinden de faydalanamazsınız. Dünyanın ilk 10 ekonomisinden birisi olacaksak, eğitim sistemimizin kalitesi de dünyada ilk 10’a girmeli. Oysa PISA sonuçlarına göre, Türkiye’nin okuma, matematik ve fen bilimlerindeki sıralaması 36, 39 ve 34. Sıralarda” şeklinde konuştu.
Turan “ TÜSİAD olarak yönetimde kadın oranının artırılmasını ivmelendirmek amacıyla, kendi üyelerimizden başlayarak iş dünyasını harekete geçirmek üzere bir çağrıda bulunduk. Bu çağrımıza çok olumlu bir cevap aldık. Üyelerimizin artan şekilde bu çağrımıza destek olmasını ve daha fazla kadını şirketlerimizin yönetim kademelerinde görmeyi bekliyoruz. Kadınlar ve erkekler hayatın her alanında eşit haklara, fırsatlara ve sorumluluklara sahip olmalı. Bunu hayata geçirebilmek için kadın haklarını her boyutu ile gündemimizde bulunduruyoruz.
Diğer yandan, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kadına yönelik şiddetin önlenmesine hizmet etmedi. Ayrıca 9. Yargı Paketi taslağında “Kadının soyadı” düzenlemesinin, kadınların toplumsal konumunun güçlendirilmesi hedefi ile uyumlu olmadığını düşünüyoruz” şeklinde konuştu.
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ömer Aras ‘Ülke Olarak Değişimi Kaçırmayalım’ başlıklı konuşmasında “Günümüzde hüküm süren sert değişim rüzgarlarını dikkate aldığımızda güçlü olmak yeterli görünmüyor. Aynı zamanda dayanıklı da olmalıyız. Güç maddi göstergelerle ölçülür. Dayanıklılık ise başarının sürdürülebilir olmasını gerektirir. Hem güçlü hem dayanıklı olmak için problemleri doğru teşhis etmeli, doğru kararlar vermeli ve bu kararları doğru zamanda uygulamalıyız. Geleceği de düşünerek, adım atabilmek için hızla değişen dünyayı iyi anlamalıyız” ifadelerini kullandı.
Aras konuşmasında dünyadaki değişimi iklim, demografi, jeopolitik ve teknoloji olarak dört ana başlık altında topladı.
“2000’lerin başında 41 milyon hektar olan tarım alanı 38 milyon hektara geriledi”
Bu değişimlerin en başında iklimin geldiğini ifade eden Aras “Ülkeler ekonomi politikalarını bu doğrultuda değiştiriyor. İklim değişikliğiyle mücadele konusundaki küresel mutabakat giderek güçleniyor. Bu alanda AB başı çekiyor. Yeşil dönüşüme duyarlı olmayan şirketlerin rekabet şansı kalmıyor. Yeşil dönüşümü kaçırmamak için hareket etmeli ve uyum kapasitesini artıracak tedbirleri hızla hayata geçirmeliyiz. Aksi halde ciddi zorluklarla karşılaşacağız. Örneğin tarım. İklim değişikliği bizi besleyen toprakları tehdit ediyor. 2000’lerin başında 41 milyon hektar olan tarım alanı 2022 verilerine göre 38 milyon hektara geriledi. İklim değişikliği ve tarım alanlarımızdaki daralma, 100 milyona giden nüfusumuzu beslemede sorun yaratıyor. Bu nedenle tarıma teknoloji ve verimlilik bazlı yeni bir yön vermemiz şart” dedi.
“Medyan yaş 1980’de 21 iken 30’a yükseldi”
Aras “İkinci değişim alanı demografi. Yaşlanan nüfus, kentleşme ve ülkeler arası göçler demografik değişimin üç temel göstergesi. Dünya hızla yaşlanıyor. Medyan yaş 1980’de 21 iken 30’a yükseldi. En yaşlı kıta 42 medyan yaşla Avrupa onu 38’le Amerika takip ediyor. Dünya ortalamasını 19 yaşla Afrika aşağı çekiyor. 2030 yılında dünyada her 6 kişiden biri 60 yaş ve üzerinde olacak. Türkiye nüfusu da hızla yaşlanıyor. Bundan 25 yıl önce yayımlamış olduğumuz bir raporda dikkat çekmiş olduğumuz demografik fırsat penceresi hızla kapanıyor. 1980’de 19 olan medyan yaş, bugün 34’e yükseldi. Çalışma çağındaki nüfus oranının ise 2030’dan sonra düşüşe geçmesi bekleniyor.
Demografik fırsat penceresinden gereği kadar yararlanamadık.
Kentleşmeye bakarsak:
Tarihte ilk kez dünya nüfusunun yarısından fazlası, yaklaşık %57’si, şehirlerde yaşıyor. Türkiye’de bu oran %77. Oysa 1960’da %31,5’ti. Dünyada göçmen sayısı hızla artıyor. 2020 sonunda dünya nüfusunun %3,6’sı göçmen statüsünde (281 milyon).
Nitelikli emeğin öneminin son derece arttığı günümüzde pek çok ülke nitelikli göç programları oluşturarak yetenekli bireyleri kendine çekmeye çalışıyor. Türkiye ise yetiştirdiği nitelikli gençleri başka ülkelere kaptırıyor. Nitelikli emek sadece iyi ücret istemiyor, aynı zamanda şeffaflık, hukukun üstünlüğü ve demokrasiyle çevrelenen iyi bir yaşam istiyor.
2022 yılında 140 bin vatandaşımız yurtdışına göç etti. Artış oranı bir önceki yıla göre %35. Büyük çoğunluğu da gençler.
Demografik fırsat penceresi sorununu Avrupa’nın göçmen deposu olarak çözemeyiz. Dünyada en çok göç alan iki ülkeden biriyiz. Beyin göçünü tersine çevirmeli ve göçmen politikamızı lehimize geliştirmeliyiz” şeklinde konuştu.
“Yürürlüğe konulan uluslararası ticareti kısıtlayıcı önlemlerinin sayısı 2500”
Üçüncü değişim başlığı olan jeopolitik için ise Aras “Bugün küresel sistem hem ekonomik hem siyasi hem de yönetişim açısından ciddi bir krizden geçiyor. Çatışma ve savaş her yere yayılmış durumda: Dünya üzerinde yaşayan her altı kişiden biri aktif çatışma olan bir bölgede yaşıyor.
Küresel yönetişimdeki krizin son halkası Gazze’de sergileniyor. Uluslararası sistem, İsrail’in insanlık dışı uygulamalarını durdurmaya maalesef muvaffak olamıyor. Fiziksel çatışmanın yanı sıra globalleşme de sorgulanır hale geldi. Korumacı önlemlerde ciddi artış var.
Geçtiğimiz yıl dünya genelinde devletlerin yürürlüğe koyduğu uluslararası ticareti kısıtlayıcı önlemlerinin sayısı 2500’ü buldu. Bu müdahalelerin yaklaşık yarısı ABD, AB ve Çin tarafından gerçekleştirildi.
Geçmişte, uluslararası ticaret ve yatırım kararları maliyet bazlıydı. Ama savaşlar ve pandemi, coğrafi yakınlığı ve siyasal güven unsurunu öne çıkardı. Ekonomik ilişkilerde ve tedarik zincirlerinde, dost ve müttefik ülke kavramı öne çıkar oldu.Türkiye merkezi coğrafi konumuyla, tarihsel olarak hem doğuyla hem batıyla güçlü bağlara sahip olmasıyla, belki de en çok AB ilişkileriyle, bu jeopolitik değişimden yararlanma imkanına sahip. Akılcı politikalarla jeopolitik değişimi fırsata çevirmeliyiz” ifadelerini kullandı.
“Teknoloji odaklı şirketlerle oluşan değer yaratma rüzgarını Borsa İstanbul’da görmüyoruz”
Son olarak dördüncü değişim dalgası olduğunu belirttiği teknoloji konusunda şu noktalara değindi:
“Başta üretken yapay zeka ve sentetik biyoloji olmak üzere yeni nesil teknolojiler, hemen her alanı çok derin etkiliyor. Dijital dünyadaki değişim fiziksel dünyayı şekillendiriyor. Üretimin tüm aşamaları, tüketim alışkanlıkları, çalışma şekilleri, sağlık hizmetleri, şirketlerin yönetim biçimleri, meslekler, suç işleme ve savaş yöntemleri değişiyor.
Küresel siyasi ve ekonomik düzen yeniden şekilleniyor.
20 yıl önce dünyanın en değerli 10 şirketinin, 9’u bugün ilk onda yok. İlk onda Apple, Google, Amazon, Nvidia, Facebook, Tesla gibi yeni teknoloji şirketleri var.
Çip üreticisi Nvidia’nın piyasa değeri bu yılın ilk yarısında iki katının üzerine çıkarak 3 trilyon doları aştı. Bu rakamın Türkiye’nin milli gelirinin üç katına yakın olduğunu hatırlatırım.
Batı borsalarındaki teknoloji odaklı şirketlerle oluşan değer yaratma rüzgarını maalesef Borsa İstanbul’da görmüyoruz”
Değişimi kaçırmamak için neler yapılmalı?
Aras “Güçlü ve dayanıklı bir ekonomi, toplum ve ülke yaratmak için yapılması gerekenleri hukukun üstünlüğü, eğitim ve liyakat, teknoloji ve inovasyon, verimlilik ve ihracata dayalı ekonomik büyüme modeli olarak dört ana başlıkta toplayan Aras konuşmasına şöyle devam etti:
İlk sırada hukukun üstünlüğü yer alıyor. WJP (World Justice Project) Hukukun Üstünlüğü endeksine göre Türkiye’nin dünyadaki yeri geriliyor. Bu gerileme rekabet gücümüzü zedeliyor. Hukuk devletinde, kurallılık ve belirlilik egemendir.
Hukukun üstünlüğü siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamın her alanında öngörülebilirlik sağlar. Öngörülebilirliğin olmadığı, keyfi uygulamalara karşı etkili mekanizmaların işlemediği bir yerde anayasada ve yeminlerde yer alsa dahi, hukukun üstünlüğü kâğıt üzerinde kalır.
Hukukun üstünlüğü, yasama, yürütme ve yargı erklerinin sahip oldukları güçleri kötüye kullanmayı önleyen fren ve denge mekanizmasının dayanağıdır. Hukuk devleti ilkesi, anayasalara iktidarların keyfi davranışlarını önlemek için konmuştur.
Son zamanlarda Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışmaların gündeme geldiğini üzülerek görüyoruz. Bütün kanunların üzerinde olan Anayasa’nın üstünlüğü ilkesinden asla taviz vermemeliyiz. Tüm vatandaşlarımızın ve ülkemize yatırım yapmak isteyen yatırımcıların yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığına güveni tam olmalıdır.
“Yeni Maarif modelini, ülkemizi geleceğe hazırlama kapasitesinde görmüyoruz”
İkinci farklı yapmamız gereken konu eğitim ve liyakat.
Türk sanayi ve hizmet sektörlerinin dünyada rekabet edebilmesi için siyasi görüş ve inanç bazlı eğitime değil, bilim ve bilgi bazlı eğitilmiş, çağa uygun becerilere sahip işgücüne ihtiyaç var. Ancak bilim ve bilgi bazlı eğitim almış çocuk ve gençler aranılan insan olurlar. Eğitim sistemimiz vasıfsız üniversite mezunu değil, iş dünyasının aradığı becerilere sahip gençleri yetiştirmelidir.
Bu açıdan baktığımızda, Mayıs ayında açıklanan yeni Maarif modelini maalesef ülkemizi geleceğe hazırlama kapasitesinde görmüyoruz.
Yapılan atamalarda liyakata uygun hareket edilmediği inancının yaygınlaşması toplumsal yapıyı zedeliyor, değerlere zarar veriyor, yozlaşmaya yol açıyor. Kamuoyunda çok tartışılan mülakat sisteminin mevcut hali uygulamadan kaldırılmalı ve yerine iyi tasarlanmış liyakat esaslı bir sistem hayata geçirilmelidir.
“Einstein’den feyz alarak bu kez farklı davranalım diyorum”
Üretken Yapay Zeka gibi yeni teknolojiler hayatımıza yeni ürünler, yeni uygulamalar getirecek. Eskileri radikal biçimde değiştirecek ve verimlilikte muazzam bir artış yaratacak. Üretken Yapay Zeka daha 18 aylık, 18 yaşına gelince kim bilir neler yapacak? Teknolojik değişim dalgasını bu kez kaçırmayalım.
Türkiye şimdiye kadar teknoloji üreten değil, kullanan ülke oldu. Güney Kore gibi ülkeler eğitim ve Ar-Ge’ye verdikleri önem sayesinde teknoloji üretmeyi başarabildi ve kendilerini bir üst sıraya taşıyarak gelişmiş ülkeler ligine dahil olabildiler.
Einstein’den feyz alarak bu kez farklı davranalım diyorum. Dünyaya katma değerli ürün ve hizmet satamayan ülkeler ekonomik gücünü ve dayanıklılığını artıramaz. Yüzyılın açmazı “Cari açık ve enflasyon” sorununu ancak verimliliği yüksek, rekabetçi, ihracat odaklı bir ekonomi yaratarak çözeriz”
Aras “Ekonomi yönetiminde geçtiğimiz Haziran ayında Sayın Bakanımızın göreve gelişiyle birlikte meydana gelen değişiklikten sonra makroekonomik istikrar doğrultusunda önemli bir mesafe aldık. Hep belirttiğimiz gibi enflasyon en önemli ekonomik ve sosyal yıkım yaratan sorun. Bu konuda yapılmış olan tüm uyarılara rağmen rasyonel temelin dışına çıkan politikalar yüksek enflasyon olarak ağır bir bedel yarattı”dedi
Yüksek enflasyonun halkın satın alma gücünü düşürdüğüne, gelir adaletsizliğini artırdığına ve piyasa ahlakını zedelediğine dikkat çeken Aras “Ekonomik sıkılaştırma şart; ancak uygulanan politikaların sosyal boyutu da önemli, fatura düşük gelir düzeyi olanlara çıkmamalı. Bir ülkede işverenler ücretlerin yüksekliğinden, çalışanlar da ücretlerin yetersiz olduğundan şikayetçi ise o ülkede verimlilik sorunu var demektir. Biliyoruz ki verimliliği dolayısı ile kârlılığı yüksek şirketler çalışanların ücretlerini yükseltebilir ve çalışanını enflasyona ezdirmez. Verimliliği yüksek şirket sayısı arttıkça asgari ücretle çalışan sayısı azalır.Enflasyonu kalıcı olarak düşük seviyelere çekmenin uzun ve zor bir süreç olduğunu biliyoruz ve sürecin istikrarla yürütülmesinin önemini vurguluyoruz.
Para politikası doğru bir zemine oturtulurken maliye politikasının da dezenflasyon sürecine destek vermesi gerekiyor. Kayıt dışı ekonomiyle mücadeleyi etkinleştirmeli, vergi denetim ve tahsilatını artırmalıyız. Vergi vermeyenlerden vergi almalıyız.
Hiç şüphesiz, sıkı para ve maliye politikaları enflasyonu düşürmek için şart olsa da yeterli değil. Yapısal reformları da gündeme almak gerekiyor. Rekabetçi, kural bazlı, güvenilir, öngörülebilir bir ekonomi yaratmak konusunda ihtiyaç duyduğumuz yapısal reform gündemi için AB ile Gümrük Birliği anlaşmasının güncellenmesi çok önemli bir çıpa işlevi görecektir.
Gümrük Birliğinin yeşil ve dijital dönüşüm politikalarını içerecek şekilde modernizasyonu, Türkiye ile AB arasında mevzuat yakınsamasını beraberinde getirecek ve Türkiye’nin rekabet gücünü artıracaktır “ şeklinde konuştu.
Kaynak : Bloomberg HT